29 Ekim 2013 Salı

3 Film: Benim Dünyam/Black/1984


Fragmanını ilk gördüğümde hemen karar vermiştim.Ben bu filme gidecektim.Öyle de yaptım.Çünkü ortada bir Uğur Yücel gerçeği vardı.Kendimi bildim bileli,onu ilk defa 10 yaşında Eşkıya filminde izlediğimden beri hayranıyım.Uyarlama da olsa bu filmde yer aldığı için gittim izledim.
Beklediğimden çok daha güzeldi.Hem kör hem sağır ve dilsiz olan Ela babası tarafından akıl hastanesine gönderilecekken son çare olarak Mahir Hoca'yı bulurlar.O da aynı durumda olan ablasını demir parmaklıklar ardında kaybetmiştir.Bu nedenle Ela'nın hem gözü hem kulağı hem de dili olur.Her şeyi ona en ince şekilde anlatır..Yıllar sonra bu durumun ufak bir farkla tersi olur...
Film o kadar güzel,o kadar duyguluydu ki...Her sahnesi her repliği beni çok etkiledi.Hele Mahir Hocanın bir repliği vardı ki onu hiç unutmayacağım
"Hayat bir dondurma gibidir.Erimeden tadını çıkarın."
Ve yanınıza giderken bol miktarda selpak peçete almayı sakın unutmayın.Zira sürekli ağlar halde olacaksınız.


İzlediğim 2.film de Benim Dünyam filminin uyarlandığı bollywood yapımı olan Blac/Siyah.İlk olarak bu filmi izlemedim.Çünkü bu sefer Benim Dünyamı önyargı ile izlerim diye çekindim.İster istemez insan karşılaştırma yapıyor çünkü.Genel olarak Hint filmlerini çok severim.Ama bu kez benim favorim Benim Dünyam oldu.Artık Uğur Yücel'in olması bu konuda beni etkiledi mi tam olarak kestiremiyorum ama favorim kesinlikle Benim Dünyam olarak kalacak.


Son filmi pazar günü Kitap Ağacı Film Kulübümüz ile birlikte belirleyip izlemeye karar verdik.Benim de uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi.Çünkü 1984ü çok sevmiş ve ondan çok etkilenmiştim.George Orwell bence kesinlikle bizim bugünlerimizi görmüş taa o zamanlardan...2x2nin 4 olduğunu söyleyebildiğimiz gün özgür olduğumuz gün demişti Winston filmde de romanda da...Ama tavsiyem okumadıysanız önce okuyun sonra izleyin derim.Olaylar,karakterler ve kurgu çok daha güzel oturuyor zihninizde.

Şimdilik benden bu kadar :)
Sevgiler...

Khaled Hosseini-Ve Dağlar Yankılandı


Size bizim bir diğer okuma grubumuz Kitap Ağacından bahsetmiş miydim? :)
Bu da yine harika insanlarla oluşturulan bir okuma grubu.Ben de dahilim tabi bir kitap tutkunu olarak :)
Eylül ayında George Orwell'in eseri olan 1984 okumuştu bu güzel grup.Ben geçen yaz okuduğum için onlara dahil olamadım.Ama bu ayki okuma grubunda yer aldım ve hep beraber çok çok güzel bir roman okumuş olduk.Khaled Hosseini'yi herkes gibi ben de Uçurtma Avcısı ile tanıdım.İnanılmaz bir kitaptı.Şimdi yazar 3.romanı ile karşımızda.Bu arada ben hala elimde olmasına rağmen Bin Muhteşem Güneşi okumadım lütfen beni kınayın dermişim :P
Kitabın ana teması sonuç olarak şu:Eli kurtarmak için hasta olan parmağı keser miydiniz?Tabi burada anlatılmak istenen kapaktan da anlaşılacağı gibi kardeşler...Bir kardeş ailesiyle büyürken diğer o ailenin yokluğu içinde büyüyor...Hatta beni çok etkileyen satırlar oldu onu da kısaca paylaşarak yazıma son vermek istiyorum.
"İkimizin,rüzgarla kilometrelerce uzağa savrulan,ama her ikimizi de döken ağacın iç içe geçmiş,derin kökleriyle birbirine sıkı sıkıya bağlı iki yaprak olduğumuzu hayal ederdim.Benim için tam tersi diyor Peri.Sen bir varoluş hissettiğini söylüyorsun,bense hep bir yokluk duyumsadım.Kaynağı olmayan,mutlak bir sızı.Doktora neresinin ağrıdığını gösteremeyen,ancak canı acıyan bir hasta gibiydim."

İşte ben bu satırlardan çok etkilendim.En kısa zamanda edinip okuyun derim.
Sevgiler :)

ARKA KAPAK
Bir hikâye mi istiyorsun, anlatayım öyleyse..

Abdullah ve kız kardeşi Peri 1952 Afganistan\'ında Shadbagh\'ın küçük bir köyünde babaları ve üvey anneleriyle birlikte yaşamaktadırlar. Babaları Sabri sürekli iş aramakta, yoksulluk ve çetin kış şartlarıyla mücadale etmektedir.

Adı gibi güzel ve iyi huylu olan Peri, kardeşi Abdullah\'ın her şeyidir. Abdullah, bir ağabeyden çok ana-baba gibidir. Onun için yapmayacağı hiçbir şey yoktur.. Hatta ağabeyi, Peri\'nin koleksiyonuna katmak istediği o en değerli tüyü satın almak için tek çift ayakkabısını bile feda etmeye razıdır. Ve geceleri bir tek karyolayı paylaşmak zorundadırlar.

Peri ve Abdullah, babalarıyla Kabil çölüne doğru yola çıktıklarında kendilerini bekleyen, hayatlarını birbirinden koparacak kaderin farkında değillerdir: Bazen bir eli kurtarmak için bir parmak kesilmelidir.

Nesillerden ve kıtalardan geçerek bizi Kabil\'den başlayıp Paris, San Francisco ve Tinos\'un Yunan adalarına doğru bir yolculuğa çıkaran Khaled Hosseini (Halit Hüseyni) yeni romanında, yaşamımız boyunca yaptığımız seçimleri, en yakınlarımız tarafından uğratıldığımız düş kırıklıklarını, bizi tanımlayan ve hayatımızı şekillendiren sınırları sonsuz bilgelik, derinlik, hoşgörü ve tutku ile anlatıyor.

20 Ekim 2013 Pazar

Ege Havası Bir Kez Koklanmaya Görülsün...

Bu akşamın ikinci yazısından tekrar merhabalar :)) Hepimizin deli gibi beklediği 9 günlük kurban bayramı tatili bu akşam sona erdi.Ben de 4 değil 4000 gözle bekleyenlerdendim kendisini.Zira taaa temmuz ayında planlamıştım bu tatilimi.İllaki İzmirde geçirecektim.Bol bol da kitap arkadaşı edinince..12 ekim saat 15:00te ver elini İzmir dedik annemle.Hadi ger kalanında fotoğraflar konuşsun :)


İzmir'e vardığımız sabah Karşıyakada kaldığımız misafirhanenin sokağında İrem Apartmanını görünce çoookk çok sevindim :D Burada bir evim varmış da haberim yokmuş a dostlar :P Üstelik yanında da Çiçek Bahçesi Anaokulu vardı bu kadar olur :D İzmir beni çağırıyoreeee :)))


Kendimizi annemle hemen Konak ve Alsancak taraflarına attık.Harika bir hava vardı yine İzmirimde :)


Akşam tekrar Karşıyakaya döndüğümüzde bayıldığım fondümü yedim :))) Gelsin kilolar oldu ama napim dayanamıyorum bu lezzeteee..


İlk günün yorgunluğu resmen yüzüme yansımış burada :) Haa bir de bi kadın bize fal baktı.Güzel şeyler söyledi doğrusu.Ne demişler fala inanma falsız da kalma :P


Biliyorsunuz ki Andımız artık kaldırıldı maalesef..Ama böyle şeyler benim İzmirime sökmez.İşte bu da kanıtı.Hemen hemen her gün bu kızı elinde andımız ile gördük karşıyaka sokaklarında.Helal olsun.


Bayramın ilk günü kendimizi Alaçatı-Çeşmeye atalım diye planlamıştık.Öyle de oldu.Otobüsü beklerken boyoz kemirdim bir yandan.Tabi yumurtayla beraber yemeyeni dövüyorlarmış :P Ertesi gün de öyle yedim.Çok güzelsin sen be boyoz.


İlk durağımız Alaçatıydı.Bu kadar güzel bu kadar şirin bir yer olamaz (daha güzellerini görene kadar)
O zaman biraz fotoğraflar konuşsun.Sonra ben yine devreye girerim :)





Sıradaki fotoğraf benim canım anne yarım olan çılgın hatunum Aysel teyzosuma geliyor :) seni seviyorummm


                                                 Sırada Çeşmeden kareler var hadi bakalım :))











                           Fayton sefası olur da yapılmaz mı :) yaptık oldu :)

Veee İrem sınıfının ismi olan Gökkuşağı merdivenleri görür de fotoğraf çektirtmez miii??Hem de kaç tane :D Neyse ben size bir örnek göstereyim :P


Güne son nokta içilen beyaz şarapla konuldu :) Beni birazcık çarptı zira çok gülmeye başladım :D

Bayramın 2.günü instagramda ve vikitapta bizlerin tanışmasında kitapların vesile olduğu güzel arkadaşım Yağmurla ve tatlı annesiyle buluştuk.Arma adında harika bir kitap kafede bir araya geldik.Her telden çaldığımız çok güzel bir gün oldu.Ayrıca kitaplaştık Yağmurumla.Ama şöyle bir durum oldu ki onunla fotoğraf çekilmeyi unutmuşuz.Neyse ki hediyeleştiğimiz kitaplarımızın fotoğrafı mevcut :)



Ben Yağmur'a Kinyas Ve Kayra'yı hediye ettim o da bana Leylim Leylim'i :) Ne mutlu ki birbirimize okumadığımız ama okumayı çok istediğimiz kitapları hediye etmişiz.Canım benim iyi ki seni tanımışım :) İnşallah bu dostluk hep sürsün.

Bayramın 3.günü yine vikitap ve instagramın bana verdiği tatlı bir kitap dostuyla daha buluşma şansı buldum.Üstelik şeker mi şeker oğluşu Ayaz da bizimleydi.Çok çok güzel bir gün oldu onlarla :))



Canım Deroşum benim iyi ki seni de tanımışım.Çalıştığı halde tek tatil gününü bana ve anneme ayrıdığı,arayıp sorduğu ve bizlere değer verdiği için çok çok teşekkürler canım dostuma :) İnşallah daha niceleri olur bugünlerimizin :)


Yine kitap dünyasının bana kazandırdığı tam kafa dengim olan Damla'mın tanışmamıza sebep olduğu çok iyi bir insanla birlikteydim cuma günü :) Umarım daha da devam eder bu paylaşımlarımız :) İzmir'den bir insanı daha tanıdığıma çok memnun oldum.Kızlarağası Hanın'da içinlen bir kahvenin ve harika bir sohbetin ardından kalan hatıra da en sevdiğim çiçek olan bu gül oldu :) Teşekkür ederim :))

İzmir'e gidip de kitap almamam mümkün olamazdı.Buyrun aldıklarıma gelelim :))


Ayraç hastası biri olarak ayraç almadan dönmem olmazdı.Buyrun ayraç koleksiyonumun yeni bebekleri :)


Kolay kolay albüm satın almam ama söz konusu Aysel Gürel ise hiç düşünmem.Bugün dinledim ve bayıldım.Ayrıca bu ayraç da canım Deroşumun hediyesi oldu buluştuğumuz gün :) Tekrar teşekkür ederim canım benim :)) Ayrıca artık ajanda kullanmaya karar verdim.Arabalı kedili minik bir ajandam var :) Tüm planlarımı ona not ediyorum artık :)

                                      Ve magnetler alınmadan dönülmez dönülemezdiiiiiii

Alaçatıya iner inmez aldığım bu bardak altlarını da paylaşmadan geçemeyeceğim :) çok şirinler değil mi :D


Kipa-Çiğli'de keşfettiğim Dogo'yu da paylaşmadan edemeyeceğim.Zira ayakkabılar çantalar tam benim zevkime hitap etmekte.Bu cicileri hemen aldım.Bence en kısa zamanda ya ben İzmir'e tayin olmalıyım yada Dogo Samsun'a da açılmalı!!!


Son olarak sizlerle cuma günü annemle tesadüfen Alsancak Kordon'da keşfettiğimiz mantıcıyı tavsiye etmek istiyorum.İdil Mantı adında şirin minik bir mekan :) İster içeride ister sahilde mantınızı yiyebiliyorsunuz.Yanında çeşitli yiyecekler de gelmekte.Güzelliğe bakar mısınız :)


İşte bir Ege tatili daha şimdilik burada noktalandı..Tadı yine damağımda kaldı.Bana kattıklarıyla,huzur veren havasıyla,hayatıma giren güzel insanlarıyla ve istediğim her şeyi ama her şeyi hemen önüme seren bu şehri bu bölgeyi seviyorum.İnşallah bundan sonra tüm tatillerim senindir Ege :) Ve umarım hayatımı sende yaşar ve sende noktalarım...

Herkese keyifli bir hafta diliyorum :)
Sevgiler

4 Kitap Bitti Yine :))

Merhabaaaa :))
Az önce bloguma girdiğim tarihe bir baktım ve oofff dedim yine kitaplar bitti ama sen çok ihmale uğradın..Okuldu,bayramdı,tatildi derkeeenn..Bu arada tatili diğer postumda anlatacağım.
O zaman hadi bakalım neler okumuşum :))


İlk biten kitabım kitap kardeşliği ekim ayında okumak için seçtiğimiz Kinyas ve Kayra...Yaniii Hakan Günday.Hani en son Piç adlı kitabı bittikten sonra demiştim ya bir dahaki Hakan Günday kitabım Kinyas ve Kayra olacak diye.İşte ekim ayında çok güzel denk düştü.19 Ocakta almışım.Alalı çok olmuş kitabı.
Kendisini 7 günde bitirebildim.Zira Hakan Günday'ı okuyan bilir.Cümleleri çok basit gibi görünür ama bakarsınız ki çok daha derin anlamları vardır o satırların.Kitap bittiğinde ya bu adam neyin kafasında yaşıyor biri bana açıklasın diyorsunuz.Şahsen benim okuduğum 3.Hakan Günday kitabım olmasına rağmen bunu her kitapta söyletti bana..Kendisine buradan da soruyorum:"Hakan bey siz neyin kafasındasınız?Her kitabınız böyle dolu dolu,böyle yorucu ama bir o kadar da doyurucu olmak zorunda mı?"
Gerçek isimleri başka ama burada konusu geçen kişiler Kinyas Ve Kayra..Her türlü pisliğe bulaşmışlar ve bunu çok fazla kanıksamışlar.Aslında bazı zamanlarda ne yapıyorum ben diye sorguluyorlar kendilerini.Ama yine de aynı şekilde devam ediyorlar.
Farklı tarzı olan bir roman.Tam Hakan Günday stili.Eğer hala almadıysanız bu kitabı gidin hemen alın derim.Eğer alıp da okumadıysanız daha fazla bekletmeyin derim.

ARKA KAPAK
"Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşünüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omuzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir Japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. Sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. Bileklerimdeki otuz dört dikiş. Medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandisit ameliyatımın izi. Ve sırtımı kaplayan, Tanrı'nın yüzü. Bilmiyorum... Hızlı yaşadım. Ama genç ölmekten çok, hızlı yaşlandım! Ama hayattayım.

Kayra, bir gün bana 'Mutsuzluğuna hiçbir çare aramıyorsun' demişti."


Biten ikinci kitabım Kızım Amy..Aslında bu kitabı tatil yoluna giderken yanıma alacaktım ama daha fazla dayanamamış yola çıkmadan önce başlamıştım.Amy Winehouse'un babası Mitch Winehouse'un kendi kaleminden kızı Amy'i okuyorsunuz.Amy'nin küçüklüğünden itibaren başlayıp ölümüne kadar neler yaptığını,sona nasıl sürüklendiğini bir babanın dilinden öğreniyorsunuz.Ben şahsen Amy Winehouse'u çok severdim.Çok sıkı bir dinleyicisiydim diyemem ama sesini,birkaç şarkısını ve tarzını çok beğenirdim.Özellikle de kendi şarkısı olmasa da soundtrack olan "Will You Still Love Me Tomorrow/Beni yarın da sevecek misin"i ileride düğün şarkım olarak düşünecek kadar severdim.Sonra You Know Im No Good,Love Is A Losing Game,Rehab ve Back To Black...Bu şarkıları bu sesi seven bir insan nasıl olur da Amy'i tanımadan yargılar anlamam.Sonuçta bu onun kendi seçimi ve yaşamıydı...Eğer siz de benim gibi seviyorsanız Amy'i okuyun derim.

ARKA KAPAK
 Milyonları büyüleyen eşsiz bir sesin trajik öyküsü
"Bir pop trajedisinin gerçek öyküsü.. Cesurca, açıklıkla ve samimiyetle yazılmış."
-Q magazine-

"Çok ünlü olmayı hayal ediyorum. Sahnede olmak istiyorum.
Bu tutku yaşadığım sürece devam edecek. İnsanların sesimi duymalarını ve beş dakikalığına dertlerini unutmalarını istiyorum.
Konser biletleri, Batı Yakası ve Broadway Şovu biletleri bir çırpıda tükenen bir aktris ve şarkıcı olarak hatırlanmak istiyorum."
-Amy Winehouse 12 Yaşında-


3.kitabımı yine tatil esnasında okudum ve bitirdim.Beni instagramda facebookta takip edenler bilirler Gezi ile ilgili bulabildiğim,elime ne geçerse alıyorum ve arşivliyorum.İleride çocuklarıma,torunlarıma bakın neler yaşandı bu ülkede diye anlatabilmek,gösterebilmek için.
İsyanbul da yine Gezi'de yaşanan olaylar hakkında yaşayanların dilinden kaleme alınmış bir öykü kitabıydı.Kitabı okurken çok etkilendim.O günleri yeniden yaşamış gibi etkilendim yine..Hem eğlenceli,hem duygusal hem de düşündüren bir yapıt.Alın ve arşivinize katın derim.

ARKA KAPAK
 Gezi olayları kuşkusuz, 21. Yüzyıla damgasını vurmuş en zengin içerikli, en barışçıl ve en nitelikli toplumsal muhalefet kalkışmasıdır. İçeriklidir, çünkü tek bir yönetim merkezi yoktur. Merkeze birkaç meslek örgütü ve sendikayı oturtarak bir lider arayanlar, boşuna çabalamaktadır. Lobi safsatalarına değinmiyorum bile… Lider yoktur ama bir STK dayanışması olarak Taksim Dayanışması vardır. STK dediğimiz de adından anlaşılacağı gibi sivil toplumdur, vatandaştır, halktır. Bu kalkışmada, Taksim Dayanışması'nın ideolojik olarak birbirinden tamamen zıt bileşenlerini bir araya getiren tek bir başlangıç noktası yoktur; iktidarın uygulamalarının geldiği bir taşma noktası vardır.

Kucaklayanlara bakarsak, Gezi'nin ne olduğunu iyi anladığını düşünenler bile gizli gizli lider/liderler ya da yönetici akıl aramaktadır. Yani "Bu şahane kitleyi kazananın sırtı yere gelmeyecektir". Oysa Gezi Parkı'nda 20 gün yaşamış bir genç arkadaşın söylediği çarpıcıdır: "Kimse burayı yönetmeye kalkmasın, yönetilemez. Yapılması gereken kendi yönetim biçimlerinde Gezi'yi örnek almaktır. Gezi'de yaratılan ütopya, aslında bizlerin nasıl bir ülke istediğinin bir modellemesidir. Bu model içerisinde birlikte yaşama, ekonomi, tarım, ekoloji, sağlık, kültür, sanat, spor politikaları mevcuttur. Gezinin hukuku ise evrensel ahlaktır".

Reddedenlere bakarsak, her ne kadar Gezi'yi marjinalleştirmeye çalışsalar, Gezi'nin komplo teorilerinin bir ürünü olduğunu iddia etseler, "hükümete darbe yapmak isteyen uluslararası destekli projelerin küçük ve aşırı sol grupları kullanarak karışıklık çıkarması" gibi bahanelere sığınsalar da bu kalkışma rüzgârının etkisinden kurtulamayacaklar. Öncelikle genç nesil için bir merak hatta cazibe konusu olmuştur. Gezi'nin alt üst ettiği günlük dil, mizah, eylem yapış tarzı, siyasete bakış, kuşkusuz ki reddeden kesimin gençlerinin de toplumsal muhalefet dilini değiştirecektir. Ruhunu reddetseler de üsluba yansımasından kurtuluş yoktur.

12 yıldır mükemmel bir iletişim aklı ile yönetilen iktidarın, Gezi sonrası iletişim dilinin eskimesi, gündem oluşturma güçlüğü çekmeye başlaması, reddettiği, küçümsediği, marjinalleştirmeye çalıştığı Gezi'yi ilgili ilgisiz her türlü ortamda dile getirmesi, bir türlü unutamaması, unutturmaması göz önüne alındığında şu cümle kesinlikle kurulabilir:
Evet, Gezi görevini layıkıyla yerine getirmiştir.

Gezi bir devrim midir, evet devrimdir. Ama beyinlerde gerçekleşmiştir. Bunun yansımaları 21. Yüzyılın siyaset yapma tarzına ve toplumsal muhalefet tarzına damga vuracaktır.

Kaybettiğimiz 5 can ve güzel gözlerin anısına saygı ve böyle bir muhalif ruhun varlığını bize gösterenlere sevgiyle...
-Melda Onur-


Biten son kitabım da bir Yaşar Kemal romanı.İlk defa bir Yaşar Kemal romanı okudum ve hayran kaldım tek kelimeyle.Bu bir korku romanı.Kısacık 72 sayfalık.Atandığı kasabaya gidemeyen,onu oraya götürmeyen bir posta memuru aracılığıyla anlatılan insanlar..Anlatılanların gerçek mi yoksa hayal mi olduğu konusu ucu açık bir şekilde bırakılmış.Tamamen yorum bizlere ait.Dün bitirdiğimde tam da üstüne bu romanla ilgili köşe yazısını görmek çok hoşuma gitti.Sizlerle de paylaşmak istedim.Orada da demiş ya küçük bir roman büyük bir ustalık diye.Aynen öyle.Bundan sonra büyük üstadı okumaya devam edeceğim.Kesinlikle okuyun derim.

ARKA KAPAK
Edebiyatımızın çınarı, büyük usta Yaşar Kemal'in Tek Kanatlı Bir Kuş kitabı, toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan korkunun destansı bir romanı.

Halkının neden terk ettiği bilinmeyen, gizemli karanlık bir kasaba, bu kasabaya atandığı halde gidemeyen bir posta müdürü, yalnızlığın timsali bir istasyon şefi, "Alamancı" bir genç kadın...Ve bütün fantastikliğine karşın son derece gerçekçi gelen bir dünya... Metafor mu? Alegori mi yoksa?

Şaşırtıcı ve çok katmanlı olay akışı, kişilerinin zenginliği ve derinliği, zaman zaman bir röportaj keskinliği kazanan masalsı diliyle tam bir Yaşar Kemal romanı.

Tek Kanatlı Bir Kuş'da toplumda bulaşıcı bir hastalık gibi yayılan korkuyu anlatan Yaşar Kemal, kitabın ana teması korku ile ilgili "Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri'de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden korkuyor, taşı üzerilerine düşmesin diye demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin derdim. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim" diyor.

Romanının başkahramanları olan Posta Müdürü Remzi Bey ve karısı Melek Hanım'ın çileli yolculuğundan ve o dönem için şartları çok daha ağır olan postacılık mesleğinden bahseden Yaşar Kemal, "O dönemde Anadolu'da postacıdan daha önemli bir kişi yoktu. Özellikle benim için postacı çok önemliydi. O zaman bana mektuplar geliyordu. Bu mektupları benden önce jandarmalar okuyordu. Bazen makale yazar gazeteye göndermek isterdim. Bu makaleler bazen gider, bazen de gitmezdi" diye ekliyor.

Yaşar Kemal'in 1960'ların sonunda yazdığı ve şimdi yayımlamaya karar verdiği Tek Kanatlı Bir Kuş romanı, okuru 1960'lı yılların Anadolusu'na götüren tarihi bir belge olmanın yanı sıra büyük ustanın edebiyatında önemli bir dönemi de gözler önüne seriyor.