30 Ocak 2014 Perşembe

Son Blog Yazımdan Bu Yana Okunan Kitaplar,İzlenen Fimler Ve Alınanlar,Olanlar :)

Selamlaaarrrr :)) Böyle uzun bir başlıktan neler çıkabileceğini kestirmek zor değildir sanırım :)
Şimdi bildiğiniz üzre 24 ocakta sömestr tatiline girmiş bulunmaktayım bir örtmen olaraktan :) Kendimi feci halde tatil moduna kaptırmış durumdayım.Bu tatilde hiçbir yere gitmedim.Zira hava soğuk,günler kısa.Gelen bana gelsin diyorum.İnşallah bir aksilik çıkmazsa can dostlarım Sedoşum ve Erdem'im gelecek Ordu'dan :)
Bu arada neler oldu kısaca anlatayım.Bolca okumaya çalıştım.Diyete başladım yeniden.Spora ara vermiştim tembellikten ona geri döndüm :) Hem de araya squat hareketleri sıkıştırarak :D Zira bacakların dobişlikten kurtulması lazım.Çünkü yaza Sedoşumla büyük tatil planlarımız var.O tatillerde rahat bikini,şort,etek ve elbise giymek istiyorum.Ehem öhöm her neyse ben lafı çok uzatmadan izlediklerimi,okuduklarımı ve yaşadıklarımı anlatmaya başlayayım :) Uzun bir yazı olacak.Gözlerinizi yorarsam beyninizi ağrıtırsam şimdiden affola :)


Hakan Günday kitaplarına ve kafa yapısına aşık olduğum bir yazar.Bir kez başladınız mı ona asla vazgeçemiyorsunuz.Ama eğer nefret ederseniz de bir daha kitaplarına dokunmak istemiyorsunuz.Azil benim Hakan Günday'dan okuduğum 5.kitap.Yine kafamda şöyle bir soru oluştu:"bu adam neyin kafasını yaşıyor?".Her romanı suratıma bir tokat yemişim hissi uyandırıyor bende.Gerçi bu kitapta pek bir şey anlayamadım.Ya da çok adapte olamadım.Tam bir sebep bulamıyorum.Ama altı çizili çok cümle oldu o da bir gerçek.Deha ve delilik arasında bir çizgi vardır ya hani.Özetle o kitap sizi bu çizgide dolaştırıyor.Anaaa bitti ya la diye kalıyorsunuz.Tavsiyem okuyun.Hatta bu adamın tüm kitaplarını edinin.

ARKA KAPAK
"Önemli olan, Tanrı'nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. İnsan denen bir enstrüman. Ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, Tanrı da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. Bu yüzden, Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir."

Sahip olduğun her bilgi, içinde çürüdüğün bir hücredir.

Azil, içinizdeki derin uçuruma; düşünme, fark etme ve görme uçurumuna düşmek için bir fırsat. Ayaküstü düşebilirseniz ne âlâ! Aksi takdirde Hakan Günday'ın bir sonraki romanını bekleyecekseniz...
(Arka Kapak)

Teknoloji, insanların davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkilerini, asla geri dönülmeyecek bir biçimde değiştiriyor.
Söz konusu değişim, insanlığın amacından sapmasına ve doğadışı, adsız bir türün yeşermesine neden oluyor.
İnsanlığın bin çabayla iki bin yılda yarattığı asgari ahlak, elli yılda televizyon tarafından çiğneniyor. Ve on yıldır da internet tarafından yutuluyor.

Bireyin yalnızlığı, toplum dışına çıkmasıyla sonuçlanıyor.
Toplum dışına itilen (ya da bunu kendi tercih eden) birey, kendi doğrularını yaratıp onlarla yaşamaya başlıyor.
Zamanla toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeni oluveriyor.

Hakan Günday "Azil"de içinde yaşadığımız toplumsal yapıya yönelen eleştirisini, modern insanın "hiç"leşme sorunsalını, gerçek, hayal, kâbus arasındaki geçişler ile zaman ve mekân geçişlerini, yer yer sertleşen ifadelerle öyle ustalıkla aktarıyor ki, okuyucuyu adeta tokatlıyor.

Yazdıklarıyla uçları zorlayan genç yazar Hakan Günday her ne kadar yeraltı edebiyatı yapmadığını söylese de, insanı rahatsız ve tedirgin edici, hem sisteme karşı olan hem de sistemle iç içe geçen karakterlerine ustalıkla can veriyor.

Günday, ana karakteri Asil'in psişik özelliğine ve dünya algısına uygun bir dili de büyük bir beceriyle kullanıyor.

Roman boyunca çok sayıda felsefi tanımlama ve tespit, ana karakterin üslubuyla sıralanıyor.


Canan Tan genelde aynı tür yazıyormuş gibi bir his verir bana her okuyuşumda.Kitaplığımda okumadığım tek Canan Tan kitabıydı bu roman.Biraz polisiye,bolca coğrafya ve aşk vardı içinde.Tamam çizgisinin dışına çıkmaya çalışmış.Ama bence pek olmamış.Hani olay ne olmuş,nasıl bitmiş filan biraz dumanlar arasında kalıyor o kısımlar.Açıkçası ben coğrafi bilgilerin olduğu sayfaları atlayarak okudum.Çünkü çok gereksizdi ve konudan kopuktu.İster okuyun ister okumayın orası size kalmış.

ARKA KAPAK
 Biz mi İz'in peşinden koşarız İz mi bizi kovalar?

Yakın çevremizde benzerlerini görebileceğimiz gerçeklikte bir baba-kız öyküsü...

Babasına hayran Verda, hatta âşık. Biricik kahramanım diyor onun için. Ne var ki, yıllar önce annesiyle babasının boşanmasından sonra ayrı düşmüşler birbirlerine. Çatışmışlar, çelişmişler ama sevgileri içten içe hep sürmüş. Kariyerinde zirveye ulaşmış ünlü avukat Vedat Karacan'ın intiharıyla başlıyor öykü. Bu beklenmedik ölümün ardında yatan gizi çözmek Verda'ya düşmektedir.

Geriye dönüp baktığında yüzleştiği keşke'leriyle, pişmanlıklarıyla ve içini kavuran devasa bir özlemle sürecektir babasının izini...

Minicik çocuk ellerimi avucunun içine hapsettiğinde, yüreğim yüreğinde eriyordu babacığım. Parmaklarım büyüdü diye mi tutmuyorsun artık ellerimi?
Keşke hep küçük kalsalardı...
Ne oldu da ayrıldı ellerimiz baba? Hiçbir zaman soramadım bunu sana. Sormak istediğimde fırsat olmadı, fırsat olduğunda cesaretim...
Soluk soluğa okuyacağınız, farklı bir Canan Tan romanı...


Alper Canıgüz'ün hangi romanı olur da beni eğlendirmez ve bazı yerleri sıksa da okutmaz.Yine bayıldığım bir kitabı oldu Alper Canıgüz'ün...5 Yaşındaki Alper Kamu ve başından geçenler.Hani diyor ya insan 5 yaşında en olgun hale gelir sonrasında çürüme başlar diye.İşte orada başlıyor macera.Yazarın kitaplığımda olup tek okumadığım kitabı Gizli Ajans kaldı.En kısa zamanda onu da okuyacağım.Tavsiye edilir efenim.

ARKA KAPAK
 "Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.

Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum.

Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı."

Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar'dan bilinen sürükleyici diliyle, 5 yaşında bir çocuğun içine düştüğü bir hikayeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof hem fırlama bir oğlan... Hikayeyi ve "karakteri" çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazanıyor, anlatıda...

Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tadlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap.


Ayfer Tunç...Kalemine yüreğine hayranım bu kadının...Bu kitabını da büyük bir heyecanla bekliyordum ki geçen hafta alıp okuma şansını yakaladım.Miras kalan bir otelde yaşananlar ve oraya gelip giden insanların yaşamını konu alan bir roman.Açıkçası pek beklediğim gibi çıkmadı.Tamam Ayfer Tunç harika yazıyor,altını çizdiğim çokça cümle var.Ama ne bilim ben pek aradığımı bulamadım bu kitapta...

ARKA KAPAK
 "Hayat, kayaç katmanları gibi parçalarına ayrılan değersiz bir kütledir."
Türkçe edebiyatın sözünü sakınmayan kalemi Ayfer Tunç, yazarlık hayatının 25. yılında sarsıcı bir romanla karşımızda.
Hayatı "yolcu" olarak yaşamak isterken baba mirası otelin işletmecisi, ailesinin "reisi" olmak zorunda kalan Mürşit, her geçen gün tamahkârlaşan bir şehirde, gerçek dostluğu İstanbul'da bıraktığı hayaletlerden kaçarak Mürşit'in oteline sığınan Madenci'de buluyor. İki arkadaşın dünya algısı, okuyucuya Türkiye tarihindeki utanç sayfalarının bir özetini sunuyor.
Arka planı toplumsal facialar, kitlesel cinnet hikâyeleriyle örülen Dünya Ağrısı'nda, geçmişle hesaplaşma cesaretini gösteren insanları yaşadıkları toplumdan ayıran sınır imleniyor.
Dünya Ağrısı kelimelerle sıkılmış bir yumruk.

Böyle bir şehirde sır saklamanın imkânsız olduğunun farkında değil. Öğrenecek elbet, bir gün şehir dediği şeyin birbirini gözleyen sayısız gözden ibaret olduğunu o da anlayacak. Ama buna çoktan alışmış olacak ya da daha fenası başkalarını gözleyen sayısız gözden biri haline gelecek. Babamın oğlu o olmalıydı diye düşünüyor, ben, oğlum gibi bir oğul olsaydım babam mutlu ölürdü; oğlum babamın istediği gibi bir oğul olduğu için ben mutsuz öleceğim.


Ah Jehan Barbur...Sesine ve şarkılarına bayılıyorum...Hele ki o "seni seviyorum" şarkısı...Kitabını birkaç arkadaşımda görmüştüm instagramda.Çok kıskanmıştım hemen alamadığım için.Ama geçen hafta aldım ve 2 akşam önce bitirdim.İçinde yer yer anlatı yazıları ve bolca şiir var.Aslında çok fazla şiir insanı değilim(dim)
2013 başlangıcı ile bolca şiir okurken yakalıyorum kendimi.Jehan Barbur'u okumak da ayrı bir zevk oldu benim için.Hele ki bir yandan dinlerken...Şiddetle tavsiye edilir efenim.Ama fonda mutlaka o güzel sesi de eşlik etsin size olur mu?

ARKA KAPAK
Hissettiklerimiz ağızdan çıkınca, tortuları kalıyor elimizde. Hislerin ölüleri gibi duruyor sözler, asılı bir yerlere. Büyüdüm sonra, utandım büyüdüğüme... Çekmecelere yazdım, dolap raflarına. Evlerim değişti, sevdiklerim, sevmediklerim; anlattım dost sohbetlerinde; yetmedi, kendime yazdım. Mahremimdir bu size. Eski usul bir güncenin ifşası... Ne bir öyküdür ne de kişisel bir hikâye. Akıl düşümü, ruh üşümesi, gönül çarpıntısıdır. Şiirdir, öyküdür, fotoğraftır ya da tek bir cümle. En nihayetinde matbu bir hayata girizgâhımdır, yazmaya başlamama sebebe ithafımdır ve tüm anlatamadıklarıma... Olduğum değil, hasretimdir.
Her sözcüğün bir emanetçiye ihtiyacındandır.

Diyorum kendime, demek ki:
Dünle bugünün farkı
Bir telefon ucu
Bir pencere dışı
Ben dünken yok
Bugünken varsam
Mesafeler güzel
Mesafelerin aslı sevilesi
Ben değilim mesafe
Mesafe bize ait olmayan bir evde olmaktı sadece

Bize ait olmayanda biz olamadığımız sürece
Her şey bir evin yalanı
Her şey bizim olanın rüyası
Aidiyet yoktu ne dünde ne bugünde
Ne yazıktır
Biz tutunduk sanrılı bir aidiyete


Ahhhh edebiyatın gamlı prensesi Tezer Özlü...Seni Damlacım sayesinde keşfettim..Keşke bu kadar geç kalmasaydım diyorum hep.Kendisinin okuduğum 5. kitabı bu kitap.Daha yeni çıktı zaten takip eden bilir.Bu eseri diğer kitaplarına göre daha farklı.Çünkü karşımıza hüzünlü kasvetli Tezer dışında bir Tezer var.Bolca filmlerden,kitaplardan bahseden bir Tezer.Su gibi aktı gitti resmen kitap.Hemen alıp okuyunuz derim.

ARKA KAPAK
 Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. (Ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar.

Tezer Özlü'nün yurtdışındayken Türkiye'deki dergilere yazdığı, dünya edebiyatıyla, sinema ve tiyatroyla kurduğu ilişkiyi kendi edebiyatı içinden yorumladığı yazılardan oluşan Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, yazarın iç dünyasını takip eden tutkun okurlar için yeni bir ışık sağlıyor. Çocukluğun Soğuk Geceleri ve Yaşamın Ucuna Yolculuk'un yazarından yine yaşamla ve ölümle hesaplaşan yazılar...



Yukarıda gördüğünüz ciciler de yeni aldığım evlatlarım efenim.Tezer Özlü ve Jehan Barbur zaten okundu biliyorsunuz.Sırça Köşk de Kitap Agacı grubumuzla Şubat ayında okuyacağımız kitabımız.İkinci kez Sabahttın Ali okuyacağım bu sayede :) Sonra bu ara şiire merak sardım.Dedim ya az önce de çok fazla şiir okuyan bir insan değildim.Ama Didem Madak ve Turgut Uyar görünce dayanamadım.Ayrıca direniş ajandası ve çocuklarla çalışan,onlara deli olan birisi olarak çocuklar gülsün diye kalemlerinden almadan çıkamadım d&r'dan :) En kısa zamanda onları da okuyup burada paylaşacağım.

Şimdi gelelim izlediklerime..Hepsini kısa kısa anlatacağım tüyo vermeden.


Uzun süredir filmlerimi koşu bandımda yürürken izliyorum.Bu şekilde sıkılmadan ve 1 saatin nasıl geçtiğini anlamadan spor yapmış ve film izlemiş oluyorum.Tavsiye edilir.
Her 3 dalda altın küre almış bir yapıt.Oscar adayları arasında şu sıralar.Bence aldığı ödülleri sonuna kadar haketmiş bir film.İşletim sistemi ile aşk yaşayan bir adamın hikayesini anlatıyor film.O kadar akıcı ve hoş bir şekilde anlatılmış ki..Ben resmen bayıldım filme.Biraz Al Pacino'nun S1mone'ununu andırıyor.Ama bu sanki çok daha güzeldi.


Yüzüklerin Efendisi'nin büyüsüne kapılmamış kimse yoktur sanırım değil mi? Ardından da Hobbit dünyasının sihrine...Ahhh Tolkien sen neler yazmışsın öyle..Ve sen Peter Jackson sen neler çekiyorsun böyle..
Gösterim zamanı bir türlü bana uymadığı için sinemada izleyememiştim Hobbit Smaug'ın Çorak Toprakları'nı.Nette görünce çok sevindim ve hemen izledim.Bir önce Hobbit filmine göre biraz yavan geldi.Ama olsun görsellik yetiyor zaten.Bakalım 3.filmi ne zaman gelecek ve neler izleyeceğiz heyecanlanıyorum şimdiden :) 3.filmle beraber dvdleri çıktığı gün arşive katılacaktır.


Alın size bir oscar adayı daha! Christian Bale hayranı olarak bu filmi çok sevdim.Üstelik bu adam filme göre ya kilo alıyor ya vücut geliştiriyor yada iğne ipliğe dönüyor.Yani tam rolünün adamı.Ahhh adamım sen kesinlikle en iyi erkek oyuncu ödülünü almalısın.Sonuna kadar hakediyorsun. Film adı üstünde düzenbazları anlatıyor.Christian Bale kuru temizleme dükkanı zincirine sahip.Amy Adams ile tesadüfen tanışıyorlar ve banka başlığı altında düzenbazlık yapıp insanları dolandırıyorlar.Bradley Cooper da bu yolla tanıştıkları bir polis esasında.Olaylar da bu şekilde sürüp gidiyor.Sonu pek istediğim gibi bitmemiş olsa da bence izlenilebilir güzel bir filmdi tavsiye edilir.


Bir filmde Jack Nicholson varsa o film kötü olabilir mi?? Oooo yooo imkanı yok...Rolü yaşayan bir insan resmen.Kendisine hayranlığım hiçbir zaman bitmeyecek.Gatham City yine kötü olaylara gebedir ve onları bu tehlikenin yanısıra bir de Joker tehlikesi beklemektedir.İnsanlara gülümseme gazı salarak onları öldürmektedir.Ama tabi bunu yapmasının da bir nedeni vardır.Tim Burton yapımı bu Batman'i hala izlemediyseniz gecikmeyin hemen izleyin.


Türkiye'nin ilk kadın belediye başkanı Mardin/Midyat'tan çıkmış biliyor musunuz? Ben de bilmiyordum ama bu filmler sayesinde öğrenmiş oldum.Hükümet Kadın'ın ilk filmini çok beğenmiştim.2.si çıkınca da sinemada değil ama nette hemen izledim.Bir önceki film çok daha güzeldi ama bu film de yine güzeldi.Sizi 1.filmdeki olayların öncesine götürüyor 2.film.Aslında daha önce izlememiş olanlar bence ilk bu filmi izlesin sonrasında diğer filmi izlesin derim ben.Dvdleri çıktığı anda arşive katılacak 2 filmdir kendileri.

İşte izlediğim filmler ve okuduğum kitaplar efenim.Şöyle bir bakıyorum da ocak ayı dolu dolu geçmiş :)
Son olarak anlatmak istediğim bir şey daha var.Sizlere kitap agağı grubumuzdan bahsetmiştim.Her ay bir kitap belirliyor ve okuyoruz.Yanısıra her pazar kitap uyarlaması olan bir film izliyoruz.İstanbul,Ankara,Bursa,İzmir,Sakarya,Trabzon,Eskişehir,Malatya gibi illerimizde kitap ağacı buluşmaları yapılıyor.Bu şekilde hem kitap sohbetleri yapılıyor hem de yeni dostlukların adımları atılıyor.Hatta ben de kitap ağacı istanbul tüyap buluşmasına katılmıştım.Kasım ayı yazı arşivime girerseniz orada detayları görebilirsiniz.Biz de geçen cumartesi yani 25 ocakta Samsun buluşması yaptık.Sevgili Sinem,Didem ve Melda ile.Aslında Sinem Ankara'da yaşıyor işi gereği.Ama ailesi Samsun'da yaşıyor.Tatile gelmişken buluşalım dedik.Kardeşi sevgili Didem de okulu gereği Antalya'da yaşıyor o da tatile geldi ve bizlerle oldu.Sevgili Melda benim gibi Samsun'da yaşayan tek kitap ağacı üyesi.O da bizlere katıldı ve biz 4 kitap ağacı dalı olarak çok güzel bir gün geçirdik.Bu da o günden kalan güzel kareler oldu.



İşte bizler :)) Hepsi birbirinden şeker insanlardı.Dostlarıma yenileri eklendiği için çok mutluyum.İyi ki kitaplar var,iyi ki kitap ağacı var..Sayesinde çok güzel insanlar tanıdım.Çok güzel yazarlar,kitaplar ve filmler kattım hayatıma.Bu güzelliklerin bir ömür boyu sürmesini diliyorum.Şimdi Ankara'da Antalya'da ve Samsun'da birer kapım daha var.Sizleri seviyor ve öpüyorum güzeller :))

İşte böyle sevgili blog..Umarım okurken yorulmaz ve bıkmazsınız.
Kendinize iyi bakınız.Yorumlarınızda neler okuduğunuzu neler izlediğinizi de belirtirseniz sevinirim.
Sevgiler :)

15 Ocak 2014 Çarşamba

Nermin Bezmen-Kurt Seyt Ve Shura


Merhaba sevgili kitap kurtları...
Yine güzel bir romanı bitirmiş bulunmaktayım..Tadı damağımda kaldı desem yalan olmaz...Nedense hiç bitmesini istemedim bu hikayenin...Yada mutlu bir sonu olsun beklentisi içindeydim hep.Henüz çözemedim.
İlk Nermin Bezmen deneyimim oldu bu kitap.Nermin Bezmen'in dedesi Seyit ve gençlik aşkı Shura arasında yaşanan büyük aşk.8 yıl aşk yaşamışlar ama ben inanıyorum ki bu aşk onların içlerinde bir ömür sürmüştür.Zaten cümlelere ve kitaptaki resimlere de bakınca bunu görebiliyorsunuz.Ben kitabı çok sevdim.Birçok yerinde üzüldüm,Seyit'e çok ama çok kızdım.Shura'ya içim burkuldu...Duygularımı sıcağı sıcağına yazmak istedim o yüzden...Sanırım uzun süre etkisinde kalacağım ve soranlara uzun süre bu kitabı okumalarını tavsiye edeceğim.
Mart ayında Kanal D'de dizi olarak ekrana gelecek bu roman.Tabi çokça değişikliğe uğrayacaktır.Ben de o bakımdan hikayenin özünü bilmek istedim.Tabi birçok arkadaşım bu kitabı okumamı Kıvanç Tatlıtuğ'un dizide rol alacak olmasına bağladı.Ama hiç alakası yok.Bir kere öyle delicesine Kıvanç hayranı değilim,olmadım da.Tamam cidden hoş bir erkek,oyunculukta yetenekli.Ama benim için o kadar.Çünkü bir kere sarışın.Ve benim de sarışın erkeklerden 2 defa ağzım yandığı için zor yani.
Sonuç olarak diziyi yine de heyecanla bekliyorum.Okuduklarım umarım güzel bir şekilde aktarılmış olur.Kitabı da şiddetle tavsiye ederim.Eh benden bu kadar :)
İyi geceleerrr

ARKA KAPAK
Edebiyat dünyasına 'Uyandıran Aşk' isimli şiir kitabı ile adım atmış olan Nermin Bezmen, bu kez Çarlık Rusyasının debdebeli yaşantısından Bolşevik ihtilali ile İstanbul'a sürüklenen hayatları anlatıyor. 1892'nin Yalta'sından St. Petersburg'un saltanat günlerine Karpatlar cephesinden ihtilalin cehennemine ve nihayet işgal altındaki İstanbul'a, 1920'lerin Pera'sına, macera dolu bir yolculuk yapacaksınız. Onlarla beraber politikaların, troykaların sihirli alemini, ihtilalin acımasızlığını, parçalanmış Osmanlı İmparatorluğunun son günlerini yaşayacaksınız. Kurt Seyt: Mirza Eminof'un oğlu olarak servet ve ünvanla doğmuştu. Yakışıklıydı, hırslıydı, cesurdu. Çar Nikola'nın Muhafız Alayında genç bir Üsteğmen oluşu onu bolşeviklerin ölüm listesine dahil etmişti. Kaçarken getirdiği bir taka dolusu silahı Mustafa Kemal'in Kuva-yi Milliyesine teslim ettiğinde, karşılık istemeyecek kadar gururluydu. Hayatına sıfırdan başlarken elinde kalan serveti sadece gururu ve aşkıydı. Shura: Tchaikovsky nağmelerinin romantizmi ile sarılmış karlı bir Moskova gecesinde, henüz onaltısındayken saf güzelliği, beklentisiz aşkı ile Seyit'in dünyasına girdi. Ailesinin ünvanı, serveti onun da ülkesinde kalmasına yardımcı olamadı. Sevdiği erkekle atıldığı bu macerada bir daha hiç göremeyecekleri vatanlarının, ailelerinin, artık yaşamayacakları geçmişlerinin hasretlerini birbirlerinin aşklarında dindirmeye çalıştılar. Büyük bir aşkın, harbin, ihtilalin, hasret ve hüzünlerin hikayesi ile okuyucuyu baştan sona kendine has bir tat, merak ve heyecanla sürükleyen, uzun süren araştırmaların gerçekçilikte aktarıldığı bir roman, 'Kurt Seyt ve Shura.'

12 Ocak 2014 Pazar

Debbie Macomber-Sevginin Son Dileği / Oruç Aruoba-İle



İyi pazarlar sevgili kitap kurtları :))
Sanırım bu sefer pek ara vermeden yazmış olacağım...Eh o zaman başlayalım :)
Yılın 2.kitabı Debbie ablamızdan geldi.Ocak ayında okumayı planladığım kitapların içindeydi.Debbie ablanın tarzını seviyorum.Her okuyuşumda içim açılıyor kendimi daha güçlü daha pozitif hissediyorum.
Ama zira kısa aralıklarla kitap çıkardığı için kendisine yetişemiyorum :D Ne almakta ne okumakta.Gerçi elime alınca en fazla 2 günde bitiyor.
Konusuna gelince...Michael adında bir karakterimiz var.Çok sevdiği eşi Hannah kanserden ölünce karısı ona geride bir mektup bırakmıştır.Ondan hayatına yeni birini katarak mutlu bir şekilde devam etmesini beklemektedir.Bu mektupla ona tanışabileceği bayanların da listesini ve özelliklerini sunmuştur.
Ben kitabı çok sevdim.Okurken hem michael'da hem diğer bayan karakterlerde kendimden çok şey buldum.Tam da tahmin ettiğim kişiyi seçti.Bu beni çok mutlu etti :D
Tavsiyem okuyunuz efenim.Zira bu kadının kitapları iç açıyor mutluluk veriyor bence.

ARKA KAPAK
Hayat Aşkla Yeniden Başlar.

Sevgilim,
Bu mektubun seni çok şaşırtacağını biliyorum...

Michael, genç yaşta kanserden kaybettiği eşinin bıraktığı ve ölümünden bir yıl sonra okumasını istediği mektupla neye uğradığını şaşırır. Hayatını yalnızca sevdiği kadına adayan Michael, eşinin şok etkisi yaratan istekleri karşısında yaşamına nasıl devam edeceğini bilemez. Onun sağduyusundan bir an olsun şüphe duymayan Michael, kendisine yeni bir hayatın kapılarını açacak maceraya ister istemez dahil olur.

Okurlarını her zaman aşka, umuda ve yeni başlangıçlara sürükleyen Debbie Macomber, Sevginin Son Dileği'nde kaybedilenlerin ardından hayata tutunmaya çalışan insanlara
mutluluğun işaretini sunuyor.

"İlişkilerinde doğru yolu bulmaya çalışan üç kadın ile eşini kaybettikten sonra hayatını sürdürmek ve mutluluğu yeniden yakalamak için çabalayan bir erkeğin dokunaklı hikâyesi."
-The Best Reviews-

"Sevginin Son Dileği'ndeki bütün karakterlere alkış tutacaksınız; bu kitap tam bir Debbie Macomber klasiği."
-Woman's Day-

"Bu kitap bir ilişkide karşılaşılabilecek pek çok olasılıkla dolu. Macomber karakterlerini bir yandan zorluklarla yüzleştirirken, diğer yandan bunların üstesinden gelmelerini sağlayarak okuru sonsuz bir doyuma ulaştırıyor."
-Chicago Tribune-

"Aşkı, kaybedişi ve dostluğu anlatan büyüleyici bir roman..."
-RT Book Reviews-


Kitap Ağacı ailemizi sanırım artık blogumdan ve benim çevrem bilmeyen kimse kalmadı.14 Aralıkta Ankara grubumuzda yapılan çekilişte İzmir'de çok sevdiğim bir abla olan Ferda abla ile eşleştik.Ben ona Haruki Murakami'den ve Edgar Ellan Poe'dan birer kitap gönderdim.O da bana Oruç Aruoba'dan İle'yi :)
İlk defa okuduğum bir yazar oldu kendisi ve ben bu yazarın daha önce kitaplarını nasıl almamışım dedim yine.
İnanılmaz bir üslup ve harika bir kitap.Altı çizili çok fazla cümle ve sayfa var.Biten bir ilişkinin ardından yazılan,söylenmek istenen her şey var bu eserde.Kendinize bir kahve yapın,hafif bir müzik açın ve sayfaların akışına bırakın...
Ferda Abla çok teşekkür ederim bu yazarla tanışmama vesile olduğun için :)

ARKA KAPAK
 Töze ait ne varsa, verip katmıştır sanatçı tümünü yapıtına; kendisine ise, belirgin bir bireysellik olarak, yapıtında hiçbir gerçeklik vermemiştir; yapıtının bütünlenmesini de ancak şu yolla sağlayabilmiştir ki, kendini özelliğinden uzaklaştırıp dışlaştırarak, saf eylemenin bedensizleştirilmiş ve yükseltilmiş soyutlaması haline getirmiştir, kendisini.

5 Ocak 2014 Pazar

Elif Şafak-Ustam Ve Ben


Yeni yılın ilk yazısından sizlere merhabaaa ve keyifli pazarlaarrr :))
Umarım yeni yıla harika bir şekilde girmişsinizdir ve bundan sonraki tüm günleriniz yıllarınız harika geçer :)
Ben de yeni yıla çeşitli beklentilerle ve canım ailemle girdim.Güzel başladı benim için 2014 ve inşallah hep böyle geçer :)
Gelelim 2014ün ilk kitabına...
Bilen bilir Elif Şafak benim favori yazarlarımdandır.Her kitabını okudum.Roman olsun,denemeleri olsun.Hepsini sevdim mi? Tabi ki hayır.Kendisinden uzun zamandır yeni bir roman bekliyordum ve çok şükür ki 21.12.2013te ona kavuştum.Ama hemen okumadım.Bekledim ki 2014ün ilk romanı o olsun ve başladığı gibi güzel gitsin 2014 :)
Nitekim de öyle oldu.Bu romanında Elif Şafak bizleri 16.yüzyıla götürüyor.Mimar Sinan,Kanuni,Hürrem,Mihrimah,Sinan'ın kalfaları ve çırakları...Ve tabi kapakta da görüldüğü gibi beyaz filimiz...Hintli bir filbaz beyaz bir fille bir gün İstanbul'a gelir.Ama gizemlidir bu filbaz ve gerçekte filbaz değildir.Esasında fili Çotayı korumak için düşmüştür onunla yollara.Ve kendisini bambaşka bir yerde bambaşka insanlarla bulur.Herkes onların kim olduklarını merak eder.Olaylar böyle gelişir.
Ustam Ve Ben benim yine Elif Şafak'tan çok beğenerek okuduğum bir roman oldu.Alırken başlarda biraz tereddüt etmiştim ama boşuna yapmışım bunu.Dört gün için sayfalar,hikaye aktı gitti elimde.Kimi zaman uykusuz kalmamak adına en heyecanlı yerlerde bırakmak zorunda kaldım.Ama nihayete erince vay be dedim yine benim yazmak istediklerim dile gelmiş.
En kısa zamanda alıp okumanızı tavsiye ederim.Ben çok beğendim.Anlatışta o yerleri olayları birebir görüp yaşıyorsunuz sanki...Bu güzel serüven  için teşekkürler sevgili Şafak...
Herkese sendromsuz bir pazartesi diliyorum.
Sevgiler :)

ARKA KAPAK

Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…

Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistandan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
Elif Şafakın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...
Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…

Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.

"İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi."